Tarih: 07.04.2023 13:32

DÖŞÜRCÜ HÜSÜK

Facebook Twitter Linked-in

Hüseyin Çağlayan, temmuz sıcağında dünyayla tanıştı ama hayatı hep soğuk geçti. Çorak toprakların çocuğunun güneşten kavrulan yüzü, alnındaki derin çizgileri yaşamının zorluklarla geçeceğinin ifadesiydi.

Üstten tek pencereli, kavak ağacından yapılmış kapı, soğuğu önlesin diye kapının yarıklarına hamurla yapıştırılmış gazete kağıtlarının olduğu bir evleri vardı. Babasını erken yaşta kaybetmiş, anası Meryem'le yaşıyordu. Uzun boylu, mavi gözlü, yakışıklı bir gençti Hüseyin. Ciddiydi, kimselerle konuşmaz, yalnızca sorulara cevap verirdi. Yüreği ne söylerse onu yapardı, ürkek bir yanı vardı ama korkmazdı. Onun işi evine aş ekmek götürmekti, adı Döşürcü Hüsük'tü. Sakallarını kesmezdi, sakalı yüzünün örtüsüydü. Elinde sopasıyla gezerdi, sopası onun koruyucu kalkanıydı. Omzunda heybesi, hülyalara dalarak Mamaş, Zerk, Karanlık, Davulbaz, Dayılı köylerini dolaşır; un, bulgur, çökelek, peynir toplardı. 

Karatepe Dağı, tepesine dikilmiş gibi dururdu. Ne şah, ne sultan umurunda değildi. Yoksul evin yoksul sobası ısıtmadı Hüsük'ü; yamalı heybesiyle, dikenli, taşlı yolda yürüyen ayakları köy köy dolaştı. Hüseyin'in bahtı yaşamdan hakkını alamadı; tarla sürenlere, ekin biçenlere imrendi, donuk gözlerle seyretti onları. Orak sallayacak ekini, tırpan sallayacak çayırı olmadı. Nal çakacak atı, mavi boncuk takacak öküzü olmadı.

Nar çiçeklerinin, incir çiçeklerinin kokusu düşlerine bile gelmedi, bilmezdi ki narı, inciri. Kangal'ı, Sivas'ı bilmez, lokantayı, tatlıcıyı bilmezdi; o acıyı ve yoksulluğu biliyordu. Saçlarına, sakallarına yoksulluğun kokusu sinmişti. Güneş ışığı alamayan odasında, ne geceye isyan etti ne de gündüze. Koyu, kopkoyu duyguları vardı siyaha tutuşan.

Hep örselendi, enkaz yaşamında Zerkli, Tekkeli analar el atıyordu aşına bir lokma yağ katsın diye. Köyünde yetişen su teresini anası Meryem topluyor, kendisi de sevdiği evlere ikram ediyordu. Yoksulluğuna aş ararken karanlığın arkasında kaldı. Kara sakalı, kara kaşı, yedi sülalesi ta ezelden fakir değil miydi zaten.

Mamaşlı Bektaş Yanık Hüsük'e; seninle kirve olmak istiyorum, küçük oğlumun kirvesi sen olacak mısın diye sorduğunda, Hüsük şaşırdı. Örselenmiş, hor görülmüş hayatından silkelendi. İnsan yerine koyulduğuna çok seviniyor, çok mutlu oluyordu. Mamaş'a giderken kirvelik hayalleri kuruyordu. Mamaş'ı dolaştı, heybesinin bir gözüne un, bir gözüne bulgur doldurup Bektaş kirvesinin evine geldi. Yemekler yendikten sonra Hüsük;

- Ben köyüme gidem, dedi.

- Gitme kirvem, hava çok soğudu. Akşama yakın kar yağar, yolda kalırsın, perişan olursun, dedi Bektaş.

- Gidem kirvem, anam Meryem çok merak eder.

Kirvesi heybesine çökelek, peynir koydu. Hüsük yola çıktı, çok mutlu olmuştu. İtibar görüyordu, bir tas çorba, bir tabak bulgur pilavı onun için mutluluğun en büyüğüydü.

Sivas coğrafyasında kıştan başka ne olur. Hüsük Mamaş'tan ayrılıp yola çıktıktan sonra, gökyüzü yırtılırcasına inledi. Fırtına önce vadileri sonra Hüsük'ü sarıyor, yaban hayvanlarının ayak sesleri kesilmiş ama fırtınanın sesi kesilmiyordu. Bir tipi, bir tipi ki dağları sızlatıyordu. Doğa buz kesmiş, sessiz dağlar bir anda fırtınanın esiri olmuştu. Fırtınanın savurduğu karlar Hüsük'ün üzerine esiyor, göz gözü görmüyordu. Hüsük yolunu şaşırıyor, kalenin boğazına doğru gidiyordu. Dağın dibinde bir kuytuya sığındı, un ve bulgur ıslanmasın diye ceketini çıkarıp onların üstüne örttü. Kar tipi amansız devam ediyor, soğuk etkisini kemiklerinde hissettiriyordu; parmak uçları hareket etmiyordu.

Koca dağın merhametine sığınmıştı. Fırtınalarla uyudu, soluğundan bir yudum duman çıktı, bedeni giderek soğudu. Buz tutmuştu hayatı, kalenin boğazında da vücudu buz tuttu. 41 yaşında mavi gözleriyle insanlara bakan acı dolu hayatı kaldı. Zaten Hüsük'ün dört mevsimi de kıştı.

Meryem Ana'nın göğsüne ağrılar çöreklendi. Düşünceleri dağ oluyor, taş oluyordu. Kapıyı açıp bakıyor, tipi içeri kar dolduruyordu. İnşallah Hüseyin Mamaş'ta kalmıştır diyordu. 

Sabah fırtına dinmiş, Tekke'de düğün kurulmuştu. Tekkeli gençler, gözyaşlarıyla ıslanmış mendilleriyle halay çekiyorlardı. Hoş bilezik, Lorke, Temir Ağa oynuyorlardı. Gegek davulu susturdu;

- Ne eğleniyiniz, Hüsük zorda!

Tekke Köyü'nün genci, yaşlısı Mamaş'a doğru hareket ettiler. Diz boyu kar vardı, ayaz nefesleri kesiyordu. Dağ, tepe aradılar; bir kuytuda Hüseyin'i buldular. Soğuğun, ayazın en büyük acımasızlığı ölüm haberiydi.

Yürek yırtığını kimseler dikemezdi Meryem Ana'nın; dalsız, budaksız tek başına kaldı. Kokusunu alamaz, sesini duyamazdı artık Hüsük'ün. 

Odası güneş görmüyordu; güneş şimdi mezar taşını ısıtıyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —