Bir zamanlar bilimde ve teknolojide dünyanın öncüsü konumunda olan İslam âleminin daha sonra neden geri kaldığını açıklamaya çalışan İslam tarihi araştırmacılarının sayısı çoktur. Otuz yılı aşkın bir süredir okuduğum bilim tarihi kitaplarının ve makalelerinin yazarlarında, Müslümanların bilimlerde ilerlemesine birçok faktörün sebep olduğuna dair kanaatin yaygın olduğunu gördüm. Mesela Arap-İslam bilim tarihinin en büyük otoritelerinden biri olan Fuat Sezgin’in on iki faktör tespit ettiğini ve bu faktörlerden muhtelif kitaplarında bahsettiğini de gördüm (Bkz. Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, TÜBA Yayınları, 2005, Cilt I, s.171).
Fakat bu yazarların hiçbirinin, İslam uygarlığını başlatan asıl faktörün, insanlara ilim öğrenmelerini emreden ve ilimlerini artırmanın yolunu da gösteren ayetler grubunun Kur’an’daki varlığından bahsetmemiş olduklarını da gördüm.
Hatta Fuat Sezgin’in bir söyleşi sırasında Sefer Turan’ın kendisine yönelttiği:
“Din gerilemenin nedeni değildir, bilime ters düşmez demiştiniz. Tam da bu noktada, Kur’an, bilim konusunda neyi öğretir, bize ne söyler?” şeklindeki sorusuna:
“Kur’an’da birçok ayet vardır ‘Dünyayı geziniz, tanıyınız’ diye. Ama ben konuşmalarıma hiçbir zaman Kur’an’ı karıştırmıyorum.” demiş olduğunu da okudum (Bkz. Sefer Turan, Fuat Sezgin: Bilim Tarihi Sohbetleri, 15. Baskı, 2018, s.58).
Fuat Sezgin’in “Konuşmalarıma Kur’an’ı karıştırmıyorum” demiş olmasını, onun bilim tarihini akademik tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, bilim tarihini bilimsel yöntemle anlatmayı tercih ettiğine bağlıyorum. Çünkü dine karşı mesafeli durmak şeklinde özetlenebilecek olan bu davranış biçimi, dünya genelinde akademisyenlerin benimsemiş oldukları bir ilkedir.
Batı dünyasında bilim insanlarının, Kilise’nin dayattığı dogmalara karşı mesafeli durmasıyla şekillenmiş olduğu sanılan bu ilkenin, aslında Kur’an’daki Âl-i İmrân Suresi’nin 7. ayetinde ortaya konmuş ilahî bir ritüel olduğunu düşünüyorum. Okuyalım:
“O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir; onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”
Açıkça görüldüğü gibi, Kur’an’ın insanlara mesafeli durmalarını emrettiği ayetler, müteşabih ayetlerdir. Peki Kur’an’daki müteşabih ayetler hangileridir? Onu da Ankebût Suresi’nin 20. ayeti söylüyor. Okuyalım:
“De ki: ‘Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın.’ Sonra Allah (aynı şekilde) sonraki yaratmayı da yapacaktır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”
Ankebût Suresi 20. ayetinde bulunan üç cümleden birincisi “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın” buyruğu olduğuna göre, bu emrin kapsamına giren Kur’an ayetlerinin hepsi muhkem ayettir. Mesela:
Câsiye Suresi 3. ayet:
“Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için ayetler vardır.”
Yûnus Suresi 101. ayet:
“De ki: ‘Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.’ Fakat ayetler ve uyarılar, inanmayan bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.”
Bakara Suresi 117. ayet:
“O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece ‘ol’ der, o da hemen oluverir.”
Alak Suresi 1. ayet de:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku” buyurmuştur.
Şu hâlde Allah’ın insanlara verdiği görev, göklerdeki ve yerdeki ayetleri Yaratan Rabbinin adıyla okumaktan ibarettir.
Ankebût Suresi’nin 20. ayetindeki ikinci cümleyi Diyanet İşleri Başkanlığı şöyle tercüme etmiştir:
“Sonra Allah (aynı şekilde) sonraki yaratmayı da yapacaktır. (Kıyametten sonra her şeyi tekrar yaratacaktır).”
Kıyametten sonra yaratılacak olan ahiret âlemidir. “Aynı şekilde yaratılacak” demek dünyaya müteşabih olarak yaratılacak demektir. Âl-i İmrân Suresi’nde de insanlara yorumlanması yasaklanmış olan ayetler müteşabih ayetler olduğuna göre, İslam’ın insanlara ahiret ile ilgili konularda yorum yapmasını yasaklamış olduğu açıkça anlaşılır.
Nitekim insanlar ateşi dünyada yaşarken tanımışlardır. Kur’an’da cehennem ateşinden bahseden ayetler de vardır. Bu ayetlerde bahsedilen ateş dünyadakine müteşabihtir. O ateşin nasıl bir ateş olduğunu sadece Allah bilir. O nedenle Kur’an, insanlara müteşabih ayetlere inanmalarını emretmekle birlikte, onları yorumlamaktan uzak durmalarını da emretmiştir.
Batılılar, Müslüman âlimlerden öğrendikleri “göklerdeki ve yerdeki ayetleri okuma” geleneğini hâlen devam ettirmektedirler; fakat Kilise’nin ahiret âlemiyle ilgili olarak uydurduğu dogmalara karşı da mesafeli durmaktadırlar. Mesele bundan ibarettir.
Ankebût Suresi’nin 20. ayetindeki cümle: ‘Şüphesiz Allah her şeye kadirdir’ Bu cümle bize: yaşamakta olduğumuz âlemi kudretiyle yaratan Allah’ın, ahiret âlemini de aynı kudretle yaratacağını bildirmektedir. Bu ifade, ikinci yaratmanın mahiyeti bizim idrakimizin ötesinde olduğunu da ima eder.” Saygılar.
Yener Okatan


