Eren Tunç


Son Akşam Yemeği


Eve vardıklarında yorulmuşlardı. Dinlenmek için kendilerini salondaki koltuğa bıraktılar. Öğlen yemeğini geç yiyip, üstüne de tatlı yiyince tıka basa doymuşlardı.  Ahmet  Bey yoruluyordu ama gezmekte hoşuna da gidiyordu. Televizyonu  açtığında  akşam haberlerini izleyip olan bitenden haberdar olmak istiyordu. Özellikle, ekonomi haberlerini…

Buse : ‘ Abi, İstanbul’ a ne zaman gideceğiz? Doktor randevun yaklaşıyor’

Ahmet Bey : ‘Bu cuma gidelim olmazsa, doktora kontrole giderim, şirkete uğrarım, bayramda da Akbükte oluruz. Gitmeden önce yarın bir tepsi baklava alacağım kahvedekilere dağıtırım. Hadi bu gün çok yorulduk, uyumaya çalışalım’

Buse :’ O zaman Cuma gününe otobüs bileti alayım. Sağlığını da, şirketi de ihmal etme… Bu evi almak seni çok mutlu etti. Benimle yemeğe gidip kutlama, yarın 1 tepsi baklava’

Ahmet Bey :’ Bilet alma, bu sefer arabayla gideceğiz. Daha çabuk gitmiş oluruz. İstediğimiz yerde duraklarız. Otobüsle gittim önümdeki horladı uyutmadı beni… Hadi iyi geceler’

Yeni güne uyanıldığında, Günlerden Perşembe idi. hava ter temiz, güneş yeni doğuyor, kuşların cıvıltısı, horozun ötüşü… Ahmet Bey ve kardeşi sabah erken kalkılmış, sahil  bandında uzun bir tempolu bir yürüyüşe gidilmişti, dönüşte; sabah fırından çıkmış sıcak ekmekler, gazete alınmış, eve dönülmüştü. Evin bahçesinde kahvaltı yapılacaktı. Buse  kahvaltı için ocağa çay suyu konmuş, dışardaki masayı ıslak bezle silerken, Ahmet Bey bahçeden yetiştirdiği domates, salatalık koparıp mutfağa götürmüştü. Mutfaktan gelişinde boş gelmeyip kahvaltılıkları, çay bardaklarını, çatal, bıçağı tepsiyle getirmişti.  Sofra kurulduğunda, birlikte sofraya oturup, kahvaltıyla birlikte güne güzel bir başlangıç yaptılar. Kahvaltılar edilmiş, keyif çayları içilmişti. Sofra kaldırılıp, masa temizlendiğinde Buse yarın İstanbul yolculuğu için valiz hazırlığını yaparken, Ahmet Bey de kahvehaneye gidecekti. Dün akşam kardeşine söylediğini yapmak için pastaneye gidip 1 tepsi cevizli baklava aldı ardında kahvehaneye gitti. Kahvehane bahçesinde oturan başta Halil Ağa, Yusuf Ağa ve diğerleri Ahmet Beye gelirken getirdiği tepsiye bakıyordu. Ahmet Bey, kahvehaneye girdiğinde selam verip, dolaşarak tepsideki baklavaları ikram etmeye başladı.

Ahmet Bey :’ Hadi buyurun alın Yusuf Ağa, Halil Ağa, Hasan Bey, Raşit Bey, Mehmet Bey, Hıdır Bey, Yaşar Bey, Rüstem Bey, Alicik sende al…

Yusuf Ağa : ‘ Hayırdır Ahmet Bey kardeşin burada diye mutlusun’ Halil Ağa : ‘ Yoksa müjdeli bir haber mi aldın?’

Ahmet Bey: ‘ Kardeşimin burada olması da var, bir başka konu oturduğum evi satın aldım, onun kutlaması.’

Halil Bey :’ Hayırlı olsun güle güle otur, artık buralısın’

Halil Ağa ve Yusuf Ağa çok sevinmiş. Masaya 3 çay söylenmişti. Çayları getiren kahvehanede çalışmaya başlayan küçük çocuk Ali idi. Kimse Ali hakkında bilgi sahibi değildi, belde de daha önce kimse görmemişti. Kimin nesiydi, burada ne işi vardı, nereden gelmişti, bunun gibi birçok sorulacak soru vardı. Tek bilinen ailesinin olmamasıydı. Bardaktaki çay boşalmış, kahvehanedeki Halil Ağa ve Yusuf Ağaya kendisini merak etmemelerini İstanbul’da işi olduğunu, halledip geleceğini söylemişti. Ahmet Bey kahvehaneden çıktığında öğle ortasıydı, eve vardığında kardeşi kendi eşyalarını toparlamış. Abisinin İstanbul’a giderken ne giyeceğini, ne götüreceğini bilmediği için abisini beklemişti. Ahmet Bey odasında götüreceği birkaç parçayı valize koyup kapı kenarına getirip bıraktı. Öğlen yemeği için sofra kurulurken, Ahmet Bey yarın için televizyon da hava durumuna bakıyordu. Ege bölgesinden, Marmara bölgesine doğru çıkıldığında, illerdeki hava sıcaklığı düşüyor, yer yer parçalı bulutlu, yer yer sağanak yağışlı gösteriyordu. Sofraya oturulduğunda Buse yine abisinin sevdiği yemekleri yapmıştı: Arpa şehriyeli pirinç pilavı, kuru fasulye,

cacık…

Ahmet Bey : ‘ Yarın kahvaltıyı yolda yaparız, sabah erken çıkalım, vardığımızda İstanbul

trafiğine kalmayalım’

Buse :’ Sen nasıl uygun görürsen’

Ahmet Bey :’ Kahvehanede bir çocuk çalışmaya başlamış, 16-17 yaşlarında, tombul yanaklı, gürbüz, konuşmasıyla kendini sevdiriyor, sevimli, kahvehanede yatıp, kalkıyormuş, cep harçlığını çıkarmaya çalışıyormuş. Belde de kimsede daha önce görmemiş, kimin nesi olduğunu bilmiyor’

Buse : ‘ Kahveci işe alırken sormamış mı kimsin, nerede oturursun’

Ahmet Bey : ‘ Kahveciye sadece ailem yok demiş çok garipsedim, tek başına…’

Sohbet, muhabbet derken sofra saati bittiğinde, tabaklar kaldırılmış, masa silinmişti. Koltuklara uzanılıp, ekranda kanal gezinirken, bilgi yarışması izlenmeye başlanmıştı. Yarışmacı programda yarışırken Ahmet Beyle Buse de izlerken ekran karşısında soruları bilmeye çalışıyorlardı bittiğin de televizyon kapatılıp, odalarına yatmaya çekildiler.

Sabah Ahmet Bey, kardeşinden önce uyanmış arabayı kapının önüne çekmiş, camlarını yıkamış, valizler bagaja konmuştu. Kardeşi uyandığında, üstünü değiştirmiş, evde son kontrolleri yapıyordu. Kontrol bittiğinde kapıyı kilitleyip evden çıkıldı. Akbükte yollar boştu, yolda tek tük araba vardı. Yol ayrımına gelindiğinde yolun solunda söke istikametinden İzmir üzerinden gidilecekti. Yol boyunca 80-85 kilometre hızla gidildi. Yollarda radar konulmuştu. Yolun iki tarafında küçük çapta alışveriş merkezleri, benzin istasyonları…  Akbükle  Söke arası 50 kilometre olup, Didim’e göre Söke tarım kentiydi. Söke’ye yaklaştıkça meşhur Söke ovası görünüyordu. Tarlalarda başaklar, pamuklar tarlalarda beyaz beyaz kar yağmış  görüntüsü verirken, toplanmış pamuklar traktör arkasına yüklenmiş yakınlarında kurulmuş çırçır fabrikalarına çırçır yapılmaya götürülüyordu. Sökenin çıkıcında rüzgâr tribünleri  uzaktan görünenden daha büyük gözüktü. Söke’den çıkıldığında otobana girilmiş,  yollar  boştu 1,5 saat sonra İzmir’e varılmıştı. İzmir’in çıkışı Bornova ilçesinde trafik vardı. Yollar açıldığında Manisa’da dinlenmek için benzinliğin kenarında, lokanta olan yerde mola verildi. Sabah evden çıkarken, kahvaltı yapılmamıştı. Ahmet Bey ilaçlarını da içmemişti. Arabanın deposu doldurulurken Ahmet Bey düşünceli duruyordu. Çünkü aklında İstanbul’a gittiğinde kendisini bekleyen sıkıntılar vardı. Buse ise sabah keyfi yerinde olan abisini düşünceli  görünce sorma gereği hissetti.

Buse: ‘Abi neyin var düşünceli görünüyorsun’

Ahmet Bey: ‘Şirketi düşünüyorum, ekonomik gelişmeler, bizi de etkiledi. Şimdilik geçici önlemler almaya çalıştık, gidince durumu bakacağım 1 ay geçti. Raporları inceleyeceğim bütçede düzelme varsa aynen devam… Yoksa daha sıkı tedbir almak durumundayız’

Buse: ‘ Ne gibi önlemler alındı, belki yeterli gelmeye bilir’

Ahmet Bey: ‘Öncelikle şunu söylemeliyim, şirkete ortak bulmayı, işçi çıkarması, ödemeler dengesi için borçlanmada yapmadım. Sadece ürettiklerimizin gramajını, paketin boyutunu küçülttük, üretimi arttırdık sürümden kazanmaya çalıştık,’

Buse :’ Abi bunu sende bilirsin iş hayatında duygusallık yoktur, işletmenin sürekliliği esastır. Gerekirse çıkartman gerekir. Borçlanma ve ortak bulma senin bileceğin iş’

Ahmet Bey :’ Konuyu değiştirelim İstanbul’a gidince bakarız. Bak şurada Manisa kebabı yazıyor, gidip yiyelim’

Sen lokantaya gir arabayı kenara çekip, geliyorum. Buse boş bir masaya oturmuş abisini beklerken garson yanına sipariş almak için gelmişti. Buse bir şey diyecekken Ahmet Bey, masaya geldi. Kendilerine 2 adet Manisa kebabı yanlarına da içecek olarak ayran sipariş  edildi. Siparişler beklenirken, dışarda görevli aracı yıkıyordu. Araç sahipleri yıkamasını söylemese de görevli kendiliğinden yıkayıp bahşiş alıyordu. Sipariş edilen yemekler yenirken, lokanta da yemeğini yemiş, kişiler yolculuğuna devam etmek için kalkıyordu. Ahmet Bey, kardeşi yoldan geçen araçlara bakarken, bir yandan da karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Yemekler bitmiş, hesap ödenmiş. Araçlara binip, yolculuklarına kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. Aracın içi güneşten çok sıcak olmuştu. Camları açtığından rüzgârın gürültüsü rahatsız ediyordu, içeriyi havalandırıp klimayı açtı. Saate baktıklarında yolculuktan tam 3 saat geçmişti. Yalova’ya varmışlardı. Feribota binmek için iskelede araç sırasında beklerken martılara atılmak üzere, simitçiden simitler alındı. Bindiklerinde feribot yüklenmiş yavaşça kıyıdan uzaklaşıyordu. Arabadan indiklerinde aldıkları simitleri martılara ufak ufak atmaya başlandı. Martılar havada özgürce dolaşırken, feribot giderken martılarda birlikte gidiyordu, feribotun etrafında bir parça simit için birbirleriyle yarışıyordu. 40  dakikalık  feribot yolculuğundan sonra karşı kıyıya varıldığında, araçlar feribottan inilmeye başlanmıştı, İstanbul’a yaklaştıkça yollarda ki trafik artıyordu, bu durum köprüden önceki son çıkışa kadar sürmüştü. Köprü geçildiğinde yollar açılmış, eve gidilmeye çalışılıyordu. Her zaman ki İstanbul trafiği... Eve gecikmeli olarak, vardıklarında akşam olmuştu. Dinlenmek için  erkenden yattılar. Sabah uyandıklarında evi garipsediler. Akbükte ki eve çok alışmışlardı. Camdan dışarı bakıldığında her yerin beton, insan kalabalığı, trafik gürültüsü, hava kirliliği… Akbükte kalmaktan İstanbul’u unutmuşlardı. Kahvaltı hazırlamak üzere Buse mutfağa giderken, Ahmet Bey yarın için kardiyoloji doktoruna randevu almak için hastaneyi aradı. Görüşme sonunda, telefonu kapattığında yarın sabahın erken saatine randevu  verilmişti.  Öğlen leyinde şirkete uğrar işlerle uğraşırdı. Ahmet Bey yarın erken gideceği için akşamdan

yanına limon ve atıştırmalık bisküvi getirmişti. Buse abisine limonlu çayı kendi elleriyle içirmeye çalışıyordu. Bir koltuk altına Buse diğer koltuk altına Ali girerek Ahmet Bey  yatağına taşındı. Yatana kadar küçük bir çocuk gibi ilgilenildi. Sabah Buse uyandığında  Ahmet Beyin alnından soğuk soğuk boncuk büyüklüğünde terler boşalıyordu. Ahmet Bey   kalp krizi geçirdiğinin farkında değildi. Bu gün Ahmet Bey için çok önemliydi. Annesi, babasının emaneti hayattaki tek kan bağı olan kardeşinin doğum günüydü. Bugün her şeye rağmen iyi görünmeye çalışacaktı.

Ahmet Bey:’ Ben iyiyim sen git kahvaltıyı hazırla, Aliyi uyandır ben de duş alıp, sofraya geleceğim’

Buse: ‘Kalkma acele etme, kendine gel‘

Buse önce Aliyi uyandırmaya gitmiş, ardından ocağa çay suyu koyup kaynamasını beklerken, masaya sofrayı kuruyordu. Ali uyanıp, üstünü değiştirmiş, odasından mutfağa gidip Buse ablasına yardım ediyordu. Ahmet Bey banyodan çıkmış, üstünü giyinip, kahvaltı sofrasına oturmuştu. Mutfaktan getirilecek kalmamış, Aliyle Buse de oturmuştu. Ahmet Bey iyi görünmeye çalışıyordu. İştahı yerinde olduğu göstermek için tabağına az az koyup, tabağını bitirmiş görüntüsü verecekti. Kahvaltı sonrası masadaki sofra toplanılmış Buse akşama giyeceği elbiseyi hazırlamak için odasına çekilmişti. Bugün şirkete gidilmeyecekti, Aliyle Ahmet Bey de salonda oturup konuşuyorlardı.

Ahmet Bey: ‘Alicik akşama sana aldığım yeni elbiseleri giy, Buse ablana vereceğin hediyeyi de aldım. Eksik bir şey kalmadı, akşama yemekte sen verirsin.’

Ali:’ Ahmet amca hediye için teşekkür ederim. Hediye alamamıştım, ne hediye edeceğimi bilmiyordum.’

Buse saçlarını yaptırmak için kuafördeki randevusuna gitmişti. Eve döndüğünde saat 18.00’ı gösteriyordu. Ahmet Bey ve Ali elbiselerini değiştirip hazırlık yapmak için odalarına gitmişlerdi. Herkes hazır olduğunu söylediğinde, evden çıkıp restorana gitmek gerekiyordu. Gidecekleri yer uzak, bir de iş çıkışı İstanbul trafiği eklendiğinde geç kalabilirlerdi. Yola çıkıldığında araçlar dur kalk yapa yapa ilerliyorlardı. Sıkışık olan trafiğe ara sokaklardan  çıkan arabalar da eklenince keşmekeş oluyordu köprüden önceki son çıkışa kadar trafik vardı, sonrasında yollar açılmış, trafik rahatlamıştı. Çamlıca tepesinde boğaz manzaralı restorana gelinmişti. Restorana girildiğinde her yer ışıl ışıldı, ışığın parıltısı yerlerdeki granitte yansıyordu. Garson oturacakları masaya kadar eşlik etmiş. Cam kenarı boğazı gören yer ayrılmıştı. Uzaktan görülen evlerin yanan ışıkları, köprünün geliş yönünden gelen araçların  sarı ön farları, gidiş yönünden giden araçların arka kırmızı stop lambaları, köprünün yanan mavi ışıkları geceyi aydınlatıyordu. Garsona siparişler verilmiş uzun sürecek geceye başlanmıştı. Ahmet Beyin yüzü zoraki de olsa herkesin yüzü gülüyordu. Ali, aile ortamını bulmuştu. Ahmet Beyi baba gibi, kardeşi Buseyi anne gibi sevmişti. Yakında yarım kalmış eğitimine de başlayacaktı. Sohbet, şakalaşmalar, birlerine takılmacalar devam ederken siparişler servis ediliyordu. Ahmet Bey kendini zorlayarak ta olsa tabağındakileri bitirmeye çalışsa da yapamadı. Gecenin ilerleyen vakitlerinde yemeğin sonuna doğru geliniyordu.  Ahmet Bey, garsona işaret verip asıl gecenin sürprizi pastaya dikilmiş, yanan mumlarla gelindiğinde olmuştu. Ahmet Beyle, Ali aynı anda ‘iyi ki doğdun’ demeye başlamışlardı. Ahmet Bey cep telefonunu garsona verip, hep birlikte bu güzel gecenin hatırasını ölümsüzleştirmek istemişti.

YAZARLAR